Hurma, Abdominal Kanser Riskini Azaltır.

Abdominal Kanser Riskini Hurma Azaltır.
İnsan sağlığında Abdominal Kanser ve Türevleri için Araştırmalar, abdominal kanser riskini ve etkisini azaltmanın bilinen bir yolu olan hurmalara dikkat çekmektedir. Tüm yaş grupları için yararlı bir tonik olarak kullanılabilir ve bazı durumlarda geleneksel ilaçlardan daha iyi etki ederler. En önemlisi doğal bir takviyedir, bu nedenle insan vücudu üzerinde herhangi bir olumsuz yan etkiye sahip değildir. Hızlı enerji artırmak için yine hızlı ve kolay şekilde sindirilebilir.





Derin ven trombozu (DVT) ve pulmoner embolizm (PE) altta yatan patoloji sebebiyle (venöz kan pıhtılaşması daha genel adıyla venöz tromboembolizm (VTE) olarak tanımlanmaktadır (1). Venöz tromboembolizm yıllık olarak genel popülasyonda her 1000 kişiden 1-2’sinde, genellikle DVT olarak görülmektedir. İnsidans 40 yaşın altında 10000’de 1 iken, 60 yaşın üzerinde 100’de 1’e kadar yükselmektedir.

Her 100 kişiden 2 ila 5 kadarının ömürleri boyunca en az bir kez VTE geçirdikleri öngörülmektedir. Amerika Birleşik Devletlerinde (ABD) yılda yaklaşık 2 milyon DVT olgusu 600000 PE olgusu görüldüğü öngörülmektedir. Bunun yanında ABD’de her yıl yaklaşık 200000 kişi PE nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Bu sayı; AIDS (edinsel immün yetersizlik sendromu) meme Abdominal Kanser riskini ve trafik kazaları nedeniyle kaybedilen kişilerin toplamından daha fazladır . VTE batı ülkelerinde hastane ölümlerinin en sık nedenlerinden biri olarak tanımlanmıştır. Doğu ülkelerinde de batıdaki kadar olmasa da ortopedik, jinekolojik ve abdominal cerrahi geçiren hastalarda VTE sıklığı hızla artmaktadır (1). DVT genellikle alt ekstremitedeki venöz sistemden kaynaklanır ve kendiliğinden olurken PE daha çok proksimal venlerin travmaya uğraması veya alt ekstremite venlerindeki trombozun buraya uzanması sonucu görülür. VTE sıklıkla asemptomatiktir. Hastanede yatan hastalarda yapılan prospektif çalışmalardan birinde PE oranı %1 iken PE’den ölen hastaların %70’inde tanıdan şüphelenilmemiştir . Venöz tromboembolizmin tanısındaki zorluklar, yalnızca hastanede yatan hastaların incelenmesi, yalnızca yaşlı hastaların incelenmesi, sık otopsi yapılamaması veya otopsi sonuçlarının insidans rakamlarına dahil edilmemesi gibi durumlar nedeniyle gerçek insidans bilinmemektedir. Venöz tromboembolizm insidansı yaşla birlikte artmakta ve 85 yaşın üzerinde %1’e ulaşmaktadır. %44’ünün PE ve %14’ünün DVT+PE olduğu saptanmıştır. Kadın/erkek risk oranı 1,2 olarak saptanırken, genç yaşlarda kadınların, ileri yaşlarda ise erkeklerin daha yüksek risk altında oldukları görülmüştür.
Pulmoner embolizmin ölümcül bir hastalık olduğu, hastaların %30’unun ilk 30 gün içerisinde, eşit oranda hastanın (%30) takip eden 8 yıl içinde tekrarlayan ataklarla veya pulmoner hipertansiyon gibi kronik komplikasyonlar nedeniyle kaybedildiği saptanmıştır (2). Akut tetikleyici faktörlerin başında hastaneye yatırılma gelmektedir. Kanserli hastalarda venöz tromboembolizm için risk faktörleri

Komorbidite (%)
Renal hastalık 7.6
Enfeksiyon 7.4
Tranfüzyon 6.9
Arteryel ebolizm 6.8
Anemi 6.2
Karaciğer hastalığı 6.0
Akciğer hastalığı 5.9
Konjestif kalp yetmezliği 5.7
Diabetes mellitus 4.5
Hipertansiyon 3.9
Kanser Bölgesi
Pankreas 8.1
Diğer batın 6.6
Böbrek 5.6
Over 5.6
Mide 4.9
Özefagus 4.3
Kolon 4.0
Rektum 3.5
Testis 3.3
Sarkom 2.9
Mesane 2.9
Meme 2.3
Prostat 1.9
Baş ve Boyun 1.4
Venöz Tromboemboli Patofizyolojisi Venöz tromboembolizm gelişimini kolaylaştıran üç temel patogenik mekanizma Virchow tarafından yaklaşık 150 yıl önce tanımlanmıştır (2). Bu temel patogenik mekanizmalar halen Kabul görmekte olup, günümüz teknolojisi ile bu mekanizmalara genetik değişiklikler (polimorfizmler / mutasyonlar) eklenmiştir. Kan akımının yavaşlaması (staz), damar duvarında hasar (öncelikle endotel hasarı-işlev bozukluğu) ve hiperkoagülabilite Virchow üçlüsü (triadı) olarak tanımlanır. Kanserli Hastalarda VTE Patofizyolojisi Kanserli hastalarda, venöz staz; uzamış yatak istirahati ve damarlara dıştan tümör basısına bağlı olarak gelişebilir. Son gelişmeler Abdominal Kanserin moleküler biyolojisindeki protrombotik yolakları destekler niteliktedir. Malignitedeki tromboz gelişimi, prokoagülanların aktivasyonu, sitokin salınımı, antikoagülan inhibisyonu veya fibrinolitik yollar gibi karışık ve birbiriyle etkileşimli birçok mekanizma sonucu gerçekleşir .
Hücre-Hücre Etkileşimleri ve Prokoagülanlar Çalışmalar, tümör hücrelerinin trombosit adezyon moleküllerinde anahtar olan glikoprotein Ib ve glikoprotein IIb/IIIa salgıladığını göstermiştir. Benzer şekilde malignite yüksek von Willebrand faktör düzeyleriyle ilişkilidir. GP IIb/IIIa ile tümör hücrelerine trombosit adezyonu tümör yayılımında rol oynayabilir. 

Bu enzimler plazminojen aktivatör inhibitör (PAI) tarafından inhibe edilebilir. Yüksek UPA, ona uyan reseptör UPAR ve PAI malignensilerle ilişkilidir. Normal koagülasyon-fibrinolitik dengedeki bu karışıklıkların lösemi hastalarındaki yüksek kanama oranlarında ve diğer taraftan solid organ tümörü olan hastalarda yüksek VTE oranlarında payı olabilmektedir. Sitokinler ve Anjiogenez Sitokinlerin tümör oluşundaki rolü uzun zamndır bilinmektedir. 

Derin Ven Trombozu Tanısı Derin ven trombozunda (DVT) ağrı, duyarlılık, eritem, ısı artışı, gode bırakan ödem, şişlik veya ayağın dorsofleksiyonu ile gelişen baldır ağrısı olarak tanımlanan homans belirtisi gibi klinik semptom ve bulgular, olguların %50’sinden azında bulunurlar.

Klinik DVT olasılığı orta (test skoru 1-2, DVT olasılığı %33) ve yüksek (test skoru ≥3, DVT olasılığı %85) düzeyde olan hastalara doğrudan ultrasonografi yapılması önerilir. Kompresyon ultrasonografisinin negatif sonuç vermesi tanıyı dışlamaz, sonraki 3-6 ay içinde DVT oluşma riski sürer; orta derecede riskli hastaların %3,6, yüksek derecede riskli hastaların %31’inde bu süre içinde DVT oluşabilir. Bu durumda D-dimer testi yapılması uygundur. Fibrinojen’den D-dimer oluşumu; D-dimer bir fibrinojen yıkım ürünüdür. D-dimer sensivitesi %93-95’tir. Hastanede yatan hastalarda yapılan bir çalışmada spesifitesi trombozu göstermede %50 olarak bulunmuştur. Yalancı pozitiflik birçok değişik nedene bağlı olabilir; karaciğer hastalığı, yüksek romatoid faktör , enflamasyon, Abdominal Kanser, travma, gebelik, henüz geçirilmiş cerrahi ve ileri yaş sayılan nedenler arasında en sık gözlenenlerdir.

Pulmoner Emboli Tanısı Pulmoner embolizm kuşkusu olan bir hastada , klinik tabloya göre PE olasılığının değerlendirlmesi, tanı testi sonuçlarının yorumlanması ve uygun tanı stratejisinin belirlenmesinde çok önemli bir konudur. Pulmoner embolizmde belirti ve bulguların yanında risk faktörleri dikkate alınmalıdır. 

Profilaksi Günümüzde cerrahide tromboemboli profilaksisi DMAH(Düşük Molekül Ağırlıklı Heparin) ile yapılmaktadır. DMAH, fraksiyone olmamış heparinden hazırlanan ve heparinin enzimatik veya kimyasal depolimerizasyonu sonucu elde edilen küçük heparin parçaları içeren bir moleküldür. DMAH’ın ortalama molekül ağırlığı 5000 daltondur ve fraksiyone olmamış heparinin ortalama molekül ağrılığının üçte birine eşittir. 

Genel cerrahi uygulanan 20 yaş üstü hastalarda yapılan çalışmalarda, tromboprofilaksi yapılmadığında cerrahi girişim sonrası VTE görülme sıklığının %15-30 arasında olduğu görülmüştür. Ölümcül PE oranı ise %0,2-0,5 arasındadır. Kanser hastalarında VTE gelişme riski olmayanlardan 6 kat yüksektir (10). Cerrahi girişim yapılan Abdominal Kanser hastalarında DVT riski 2 kat, ölümcül PE riski ise 3 kattan fazla artmaktadır. 

Postoperatif DVT riski ameliyattan sonra 1-2 hafta içinde en yüksek düzeydedir, bu nedenle ölümcül PE gibi VTE komplikasyonları geç dönemde görülür. Abdominal veya pelvik kanser cerrahisi uygulanan hastalarda yapılan çok merkezli bir çalışmada, ameliyat sonrası ortalama dokuz gün veya 28 gün enoksaparin 40mg tromboprofilaksisinin etkiniği değerlendirilmiştir (12). Çalışmanın 25. ve 31. Günleri yapılan venogarfi bulgularına göre uzun süreli tromboprofilaksi yapılan grupta DVT oranı anlamlı derecede daha düşük bulunmuştur (%12’ye karşılık %5; p=0,02).

Hastaların çalışmaya dahil edilmeme kriterleri • Ameliyata veya hastalığa bağlı olarak reoperasyon gereken ve bu nedenle kaybedilen hastalar Ciddi kanama bazukluğu olan veya yüksek kanama riski olanlar • Cerrahiden önceki 5 gün içinde warfarin sodyum gibi antikoagülan tedavi alanlar • Standart ya da DMAH’lere ciddi hipersensivitesi bilinen hastalar DMAH: Düşük molekül ağırlıklı heparin Hastalar; demografik özelliklerine göre (yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi), preop hastalık tanısı, komorbiditeleri, ameliyatı, ameliyatın süresi, postoperatif yoğun bakımda kalış süresi, trombosit değeri, tümörün patolojisi, histopatolojik evrelemesi (TNM sınıflaması), hastalığın klinik evrelemesi, onkolojik tedavi açısından ve VTE komplikasyonu ile hospitalize edilip edilmediği tıbbi kayıtlardan değerlendirilmiştir. 

Hastaların tamamına preoperatif 6.saatte DMAH uygulanmıştır. Düşkün ve immobil sınırlı sayıdaki hastaya daha erken dönemde de profilaksi uygulanmaya başlanmıştır. Postoperatif dönemde ise hastaların yine tamamına DMAH postoperatif 12.saatte başlanarak devam etmiştir. Hastaların bir kısmına sadece hastanede kaldıkları sürece ( ≤ 7 gün ) DMAH kullanılırken , bir kısmına da ACCP (American College of Chest Physicians) ve ulusal venöz tromboembolizm tedavi ve profilaksi kılavuzuna göre hastalar en az 1 ay DMAH kullanmışlardır. Buna göre, hastanede yatış süresince (≤7 gün) DMAH uygulanan hastalarla, yatış süresince ve taburculuk sonrası verilen (28-35gün) hastalar karşılaştırılmıştır.

BULGULAR Hastaların Preoperatif Özellikleri Ortalama hasta yaşı ortalama 60 olup, A grubunda 62,8 (37-85),B grubunda 60 (38-83) arasında değişmektedir (p=0,153). A grubunda erkek hasta sayısı 31 (%57,4),kadın hasta sayısı 23 (%42,6) . B grubunda erkek hasta sayısı 36 (%60),kadın hasta sayısı 24 (%40) olarak saptandı (p=0,928). VKİ (vücut kitle indeksi) A grubunda 24,8 B grubunda 24,8 (p=0,505) olarak saptandı. Venöz tromboemboli risk faktörlerine göre VTE öyküsü A grubunda 2 (%3,7) B grubunda 1 (%1,7) (p=0,413) obezite A grubunda 4 (%7,7) B grubunda 7(%12,1) hastada (p=0,656), Koroner arter hastalığı veya konjestif kalp yetmezliği A grubunda 7 (%13) B grubunda 7 (%11,7) (p=1) strok veya strok sonucu hemipleji öyküsü A grubunda 2 (%3,7) B grubunda 2(%3,3) (p=1) KOAH A grubunda 1 (%1,9) B grubunda 1 (%1,7) (p=1) trombosit sayısı A’da 211500 (51800-567000) B’de 220000 (116000-554000) (p=0,685) olarak saptandı Hastaların Cerrahi ile İlgili Özellikleri Alınan hasta gruplarında en çok gözlenen hastalık ve tümör yerleşimi 40 hastayla kolorektal Abdominal Kanserler oluşturmaktadır. A grubunda 23 (%42,6) B grubunda 17 (%28,3) 2. Sırada pankreas tümörleri A grubunda 8 (%14,8), B grubunda 21 (%35) ile pankreas tümörü nedeniyle cerrahi uygulanan hastalar 1 ay ve daha fazla verilen grupta daha çok yer almıştır. 3. sırada mide tümörleri;.A grubunda 9(%16,7) B grubunda 14 (%23,3) hasta yer almıştır. Karaciğer (primer ve sekonder neoplazmlar) A’da 7 (%13) B’de 4 (%6,7) ,özefagus A’da 1 (%1,9) B’de 2 (%3,3) diğer (safra yolu tümörleri vs.) A’da 6 (%11,1) B’de 1 (%1,7) (p=0,025) olarak saptanmıştır. Hastaların 83’üne küratif; A grubunda 35 (%64,8) B’de 48 (%80) hastaya küratif, 31’ine palyatif ameliyat yapılmıştır.

Bu da bizim çalıştığımız Abdominal Kanserli hasta grubunun oldukça riskli bir popülasyon olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak; Kanser başlı başına hiperkoagülabilite ve VTE riskini arttırmaktadır. Major abdominal kanser cerrahisi geçiren hastalarda bu risk cerrahi travma ve immobolite gibi nedenlerle daha da artmaktadır. Düşük kanama riski ve kullanım kolaylığı etkin VTE profilaksisi sağlaması nedeniyle DMAH ile profilaksi kliniğimizde rutin olarak cerrahi öncesi ve sonrasında hastalara uygulanmaktadır. Ancak Abdominal Kanser cerrahisi uygulanan hastalara rutin olarak taburculuk sonrası 4 hafta ve daha fazla DMAH uygulaması standart olarak tercih edilmemektedir. ASCO, AJCC, ACCP kılavuzlarının en son önerileri doğrultusunda major abdominal kanser cerrahi uygulanan hastaların yalnızca yatış süresince değil taburculuk sonrası da profilaksiye devam ederek toplam 4 hafta DMAH ile profilaksi uygulanması gerektiği ve bunun kliniğimizde de standart bir uygulama haline getirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Yine uzatılmış profilaksi ve bunun Abdominal Kanserli hastaların sağ kalımları üzerine çok merkezli daha çok hasta popülasyonlarını içeren çalışmaya ihtiyaç olduğu inancındayız. Dünya Sağlık Örgütü (WHO); obeziteyi; “sağlığı bozacak ölçüde yağ dokularında anormal (hiperplazik) ve aşırı miktarda (hipertrofik) yağ birikmesidir” şeklinde tanımlamaktadır.

Dünyada 1.1 milyar insanın aşırı kilolu veya obez olduğu bildirilmiştir. Vücut ağırlığı ve vücut yağ oranının artması, endokrin ve metabolik değişikliklerle karakterize olup çok sayıda kronik hastalıkla ilişkili olduğu bildirilmektedir. Çeşitli Abdominal Kanser türleri de bu hastalıklardandır. Kanser ise günümüzün en önemli sağlık sorunlarından birisidir. Obezite; Abdominal Kanser riskini, vücutta meydana gelen hormonal ve metabolik değişiklikler sonucu Abdominal Kanser oluşumuna neden olan faktörlerin artışı ile arttırmaktadır.

Obez bireylerde, yağ hücreleri tarafından kana salınan çeşitlihormonlar ve bazı büyüme faktörlerinin çok fazla miktarlarda ve sürekli olması, hücreleri daha fazla büyümeleri ve bölünmeleri yönünde uyarmakta ve bu durum Abdominal Kanser oluşumunu tetiklemektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün Uluslararası Kanser Araştırmaları Temsilciliği, obezite ve fiziksel aktivite yetersizliğinin %20-25 oranında meme, kolon, endometriyum ve özefajial Obezite( beden ağırlığının artışı); kalp hastalıkları, felç (inme), hipertansiyon ve tip 2 diyabet gibi kronik bazı rahatsızlıklara zemin hazırlayabildiği gibi Abdominal Kanser vakalarının da artışına neden olmaktadır 

OBEZİTENİN ÇEŞİTLİ KANSERLERLE OLAN İLİŞKİSİ Obezite – Meme Kanseri Meme Abdominal Kanseri, toplam obezite ile çok ilişkili görünmemesine karşın abdominal obeziteyle yakın bağlantısı olduğu bildirilmektedir. Abdominal (karın) ve kalça bölgesindeki yağ dokusu arttıkça, Abdominal Kanser riski de artmaktadır. Bu etki, kadının menapoz dönemi ile bağlantılıdır. Menapozdaki kadının Abdominal Kansere yakalanma olasılığı az olmakla birlikte, menapoz sonrası şişman kadınlarda risk yükselir. 

Meme ve endeometriyum anserlerinden farklı olarak kadınlarda, östrojen hormonunun kolon Abdominal Kanserine karşı koruyucu olduğu bildirilmiştir. Ancak, obezite ve östrojen arasındaki denge de kolon Abdominal Kanserini tetikleyebilir. BKİ değeri yüksek olan pre veya postmenapoz dönemindeki östrojen alan kadınlarda kolon Abdominal Kanseri riski artmaktadır. BKİ değeri 30 ve üstü olan 30-54 yaş arası bireylerde, kolon Abdominal Kanseri riskinin %50 arttığı bildirilmiştir. 

,Zira İnsan sağlığında şişmanlık gastrointestinal reflüyü (yiyeceklerin ve mide asitinin yemek borusuna geri gelmesi) artıran bir etkendir. Diyette yağ miktarının artması ile meme, kalın barsak ve prostat Abdominal Kanseri sıklığı da artmaktadır. Hayvansal yağlar ve etten zengin, posadan fakir besinler içeren bir diyet kalın barsak Abdominal Kanserine eğilimi arttırıcı özellik taşır. Fazla yağ alınması safra salgısının ve dolayısıyla Abdominal Kanserojen olan safra asitlerinin artmasına yol açmaktadır. 

 Yukarıda anlatılan obezite ve çeşitli Abdominal Kanserler arasındaki ilişkiden yola çıkılarak, bir hastalığa bağlı olmaksızın vücut yağ dokusundaki azalmanın Abdominal Kanser riskini azaltacağı yönünde yaklaşımlar bilimsel çevreler tarafından onaylanmaktadır.

Düzenli Fiziksel Aktivite Yapmanın Kanser Riski ile İlişkisi Düzenli fiziksel aktivite yapan bireylerde özellikle kolon ve meme Abdominal Kanseri gelişme riskinin azaldığı belirtilmiştir. Düzenli fiziksel aktivitenin kolon Abdominal Kanserini % 50 oranında azalttığı bildirilmiştir. Bu olumlu sonuç bireylerin orta düzeyde bile olsa bir fiziksel aktiviteye devam etmeleri ile bile gözlenebilmiştir. Bu konuda yapılan bir çalışma ile haftada 3-4 saat yürüyüşün bile kolon Abdominal Kanseri riskine karşı koruyucu olabileceği savunulmaktadır. 

Yine obez bireylerde daha yüksek olan Abdominal Kanser oranının; cinsiyet hormonlarını bağlayan globulinden (plazmada çeşitli cinsiyet hormonlarını taşıyan protein) de kaynaklanabileceği düşünülmektedir. Bu konuda yapılan son çalışmalar; IGF’lere etki eden mekanizmalar üzerine yoğunlaşmıştır. IGF’lerin vücutta insülin hormonu gibi görev yaptığı bilinmektedir. Örneğin bazı yağ asitlerinin IGF üzerine etkileri bulunmaktadır. Bunlardan palmitat (doymuş yağ asidi) ve oleat (doymamış yağ asidi) kanda, serbest halde dolaşan yağ asitlerinden çok bilinen iki tanesidir. 
OBEZİTE VE KANSER , OBEZİTE VE KANSERDEN KORUNMADA BESLENME ÖNERİLERİ Enerji dengesinin korunması: Vücut ağırlığının normal BKİ sınırları içerisinde (20.0-24.9 kg/m2) olması hedeflenmelidir. Alınan enerji, harcanan enerjiden fazla olursa vücut ağırlığı artar. Bu nedenle besinlerden alınan enerji ile harcanan enerji dengelenmelidir. Fiziksel aktiviteyi arttırmak da, harcanan enerjiyi arttırmanın bir yoludur. Günlük en az 30 dakika, orta şiddette fiziksel aktivite yapılmalıdır. Haftada 0.5-1 kg ağırlık kaybı, idealdir. Karbonhidrat: Günlük alınması gereken enerjinin % 55-60’ı kadar olmalıdır. Tüketilen karbonhidrat türü, kurubaklagiller, tam tahıl ürünleri ve sebze ağırlıklı kompleks karbonhidratlar olmalıdır.
Protein: Günlük enerjinin % 15-20’si kadar olmalıdır.
Yağ: Günlük enerjinin maksimum % 30’u kadar (≤ %30) olmalıdır.
Doymuş yağ tüketiminden kaçınılmalıdır. Doymuş yağ tüketimi, günlük alınan enerjinin %7’sinden az olmalıdır. Bütün bunlara ek olarak zeytinyağı ve balık yağı Abdominal Kansere karşı koruyucu yağ asitlerini içerirler. 
Posalı yiyecekler: Posalı besinler dışkı miktarını artırıp, barsak hareketlerini hızlandırdıkları için zararlı maddelerin barsak epiteli ile temas süresini azaltmasının yanı sıra, toksik maddeleri bağlayarak etki ederler. En etkin lif (posa) kaynağı tam tahıl ürünleri ve kurubaklagillerdir. Günlük alınması gereken posa miktarı ortalama 20-25 g/1000 kkal olmalıdır. 4. Sebze ve meyve tüketimi: A, C ve E vitaminlerinin (antioksidan vitaminler) Abdominal Kanser oluşumunu önleyen özellik taşıdıkları gösterilmiştir. Bu vitaminler barsakta toksik maddelerin düzeyini düşürmektedir.

İndex: meme kanseri, Rahim Kanseri, taze hurma, yaş hurma, Osteoporozu, Gıda, Bebek Maması, Hurma, Doğum, Hamile, Bayan, Loğusa, Hz. Meryem, Enerji, karbonhidrat, protein, Tansiyon, demir, magnezyum, kalsiyum, potasyum, A vitamini, B vitaminleri, C vitamini tiamin, riboflavin, folat, niasin, K Vitamini, Cancer,25

ferhan bala

bitkiveinsan.com

Paylaş
Paylaş